(Şampiyonluktan Günümüze Kısa Bursaspor Tarihi ve Bir Takım
Muhasebeler)
Bursaspor’un şampiyonluk
maçında saniyelerin geriye sayılmasını hatırlayan var mı? Peki o geri sayımın
ne manaya geldiğini hisseden oldu mu? Sadece maçın bitmesi ve zafer olduğu
şüphesiz bir başarıya bir an önce ulaşılması için bir sabırsızlık mı ifade
ediyordu? Eğer böyle düşünüyorsanız ya da en temizi bu konu hakkında hiç
düşünmediyseniz, o zaman şampiyon olduğumuz günden bugüne kadar hızla haddini
aşan, amneziden muzdarip insanlardan birisi olmanız muhtemel. Yani yüksek
ihtimalle bugün Bursaspor taraftarının çok büyük kısmını oluşturan
taraftarlardan biri olabilirsiniz.
Ney? Ne oldu ?
O halde bu yazı sizi üzebilir. Yani, umudum öyle ama yadsınamaz bir utanmazlığınız da var. Bu yazı, sadece çoğunluk oldukları için linç iştahıyla gözü dönmüş bir güruhun etkisinde kalması muhtemel insanlara, başka bir düşünce şeklinin de hala var olduğunu hatırlatmak içindir. Aslında yılların birikimiyle biraz uzun olması muhtemel bir yazıydı bu, çünkü yaklaşık üç yıldır çok sakin olamamakla birlikte sabırla, boş kafalara monte edilmiş çenelerden ve sanal ortamlara bağlı klavyelerden dökülen zırvaları dinliyorum. Bu yazı, yine de mümkün olduğunca özet ve anlaşılabilir bir formatta yazıldı.
Neden
Yazıldı
Yalanların bir süre
sonra gerçek gibi kabul edildiğini gördüm. En kıymetlilerimizin hakaretlerle,
dedikodularla yıpratıldığını gördüm. Bir karanlık yaratıldığını ve o karanlıkta
bin kişinin arasına karışıp en güzellerimize tekme savuranları gördüm.
Peki neden? İnsanlar neden böyle
davranıyor? Bu sorunun cevabını bulan sosyal bilimlerde nobele aday olur. Ama
son kertede, insan budur. Eni boyu budur. Ben burdayım diye bağıran hayvandır
insan. Kendi varlığının farkında olan ve bunu herkesin bilmesini isteyendir.
Forumlarda, taraftar yorumlarında bakıyorum, adam yazıyor yazıyor “onu alın
bunu satın” yazıyor ve sonunda “demedi
demeyin” diyor. Kim bu diye bakıyorum ahmet, mehmet, fatih, aydın. Ya
arkadaşım sakin ol. Dediğin çıksa bile kimse “Ya bak ahmet böyle demişti, fatih
böyle bilmişti, zamanında aydını dinlemeliydik” demeyecek. Sen bir hiçsin. Bunu kabul et. Ama heyecanlanma, hiçlik de sana has
bir şey değil. Hepimiz aynı durumdayız. Eğer bir varlık mücadelesi veriyorsak, Beethoven’ın 9. Senfonisini sen mi
besteledin diye soran kitabı yazmadığımız ya da Pargalı'nın idam kararını vermediğimiz sürece bu mücadele sembolik
olmak zorunda. Bu sembolizmi biz Bursasporla ifade ediyoruz. Mesela “şampiyon
olduk da ne oldu” diye gerizekalı sorular soranlar oluyor. Hatta bu soruları
soranlar “ya keşke şampiyon olmasaydık da şu durumlara düşmeseydik” de diyor.
Bursaspor şampiyon oldu da ne oldu biliyor musunuz, hayatınız boyunca insnalara
tek tek anlatamayacağımız derdimizi üç dakikanın içinde anlattık. Nasıl dehşete
düştüklerini gördük. Ama tabi bu dediğimin anlaşılabilmesi için insanın önce
anlatacak bir şeylerinin olması lazım. Varlık mücadelesi veriyorsun, ama bunu
hangi temelin üzerinde veriyorsun diye sorduğumuzda cevabını verecek kadar bu
hayata dair bir fikrinin olması lazım. Benim naçizane bir iki meselem vardı,
bir arkadaşa bakıp çıkacağım ve hesap soracağım mekanların tavanından bodozlama
girdi Bursasporum.
Sen bir hiçsin. Kabul et canım taş.
Bu “demedi demeyin” kalıbı çok
önemli. Varlığını önemseyen ve bunu böylece bir nasihatla şimdiden sonsuza
uzanan bir zaman sıkalasında kamuoyunun bilgisine sunan insanlar, gerçekten
kendi söylediklerine benzer ortamlar oluşmasına rağmen dikkate alınmadıklarında,
yani kimse “ya tüh bunu zamanında falanca demişti” demediğinde çıldırıyor.
Nasıl çıldırmasın sen adama yoksun diyorsun! Ama sen bilmesen de adam var. Eğer o yoksa, o klavyenin başında, evinde
ya da köy gazete plazasındaki ofisinde oturan o yakışıklı kim?!
Bizim hikayemiz böyle başladı. Senaryo şöyleydi dostlar: aramızda çok bilmiş, iki adam tanıdığı için çevresini
geniş sanan ve her türlü bilgiye erişebildiğine iman etmiş ve bu dar çevre
içinde birbirlerini onaylayarak bilgilerinin doğruluğunu sınayan ufak bir kitle
her zaman vardı. Bilirsiniz her zaman vardırlar. Küstahtırlar. Baskındırlar. İş
ortamını da ev ortamını da her türlü sosyal ortamı da huzursuz ederler. Fakat
çoğunluğu ele geçirmedikleri sürece rahatsızlık ortalama bir düzeyde stabildir.
Peki şampiyonlukla birlikte iyice baskılanan bu arkadaşlar nasıl oldu da
sonraki süreçte yaşayacak ortam buldular?
Bunların yaşam ortamlarını ülkenin
Busraspor’un üzerine dönmek zorunda kalan bakışları yarattı. Bakın dönmek
zorunda kalan diyorum. Asla içten bir şekilde, belki de ülke futbol tarihinin
en büyük zaferini ayakta sevinçle karşılayan ve devamı için bu takımın önünü
açmayı amaçlayan bir ilgi değildi bu. Ama konuşmak zorunda kaldılar. Bursaspor’u da o yarattıkları suni
büyüklükler arasına alıyormuş gibi yapmak zorunda kaldılar. Çünkü bu
kadarını yapmamak ayıp olurdu ve daha da önemlisi kendi takımlarının
büyüklüklerinin gerçekten de şampiyonluklara dayandığını zımni olarak ifade
etmek için buna muhtaçtılar. Ama ne yaptılar? Bursaspor’un Şampiyonlar Ligi
için yetersizliğinden dem vurdular. Küçümsediler! Başka ülkelerde görüp
filmlerini, belgeselerini birbirlerine tavsiye ettikleri takımın gerçeğine sırt
çevirdiler. Bakın burada çok önemli bir ayrıntı var. Aslında bu eleştiri
bombardımanı kendi üç dört tane takımlarına da yapmadıkları şey değil. Bizim
köy medyasındaki güdüklerin boyundan çok da büyük değil bunların boyları. Onlar
da kendilerinin en iyi bildiğini göstermek için yine aynı mantıkla kendi
takımlarına da yapıyorlar bunu. Ama fark
şu: orada kendi takımlarını eleştiren 2 kişi varsa destekleyen 5 kişi var! 1 hafta sırtlarını dönerlerse 3
hafta kucaklarlar. Dahası medyası eleştirse hakemi destek çıkar. Yöneticisi
geri çekise mafyası ortaya atlar. Ve üstelik İstanbul'da ki Trabzon'da ki
taraftarları sırtlarını dönse Anadolu'nun dört bir yanındaki taraftarları
özlemle ve şevkatle kucaklar takımlarını.
Bursaspor taraftarının peşine takıldığı İstanbul basını.
Peki Bursasporum? Benim
Bursasporumun taraftarı dışında kimi vardı? Kimi var?
Oysa İstanbul medyası şampiyonlar
ligi kisvesi altında yerden yere vururken benim takımımı (ki oradaki her dakikayla
gurur duydum ve şunu biliyorum ki 45 yıl her türlü maddi kısıtlamaya uğrayan
bir takımın olabileceği en yürekli en iyi futbolu oynadı Bursasporum. Başka
liglerin yıllar sonra şampiyon olan takımlarıyla kimse kıyaslamasın, onlar
nasıl yapıyor demesin bu ülkenin koşulları, her alanda ve futbolda Avrupa’nın
başka hiçbir ülkesinde yok) bizim küstahlara gün doğdu. Transferleri
eleştirerek başladılar ve ortaya bir iddia attılar: “Bu takımın bu transferlerle başarılı olması mümkün değil!” Ve biz
yaklaşık 3 yıldır Bursaspor taraftarının ortaya attığı bu teoriyi kanıtlamaya
çalışmasını seyrediyoruz. Mesele artık öyle bir hale geldi ki takım
şampiyon bile olsa mutlu olmayacak insanlar ve bu yolda elinden geldiğince
yalnız bırakacak, eleştirecek, yıpratacaklar. Şampiyonluk maçında bir pankart
vardı “Öyle mutluyduk ki bu sene şampiyonluğun canı cehenneme” diye. Bu laf
biraz değiştirilip pankart olarak değil stadının çatısına kabartmalı yazı
olarak asılmalı “öyle mutsuzuz ki 3
yıldır şampiyonluğun canı cehennme!”
Neden, neden mutsuzsun?
İşte bu soru sorulduğu
an yalanlar, dedikodular ve akla gelmeyecek suçlamalar başlıyor. İşte o zaman Bursasporun
paralarıyla yapılan otelleri, Bademli'deki seks partilerini, namaz kıldığı için
haketmediği halde oynatılan futbolcuları, cemaatten olmadıkları için gönderilen
Bursasporun öz çocuklarını, futbolculara verilmek yerine hocalara dağıtılan
trilyonları duyuyoruz.
Büyük taraftar
Bu saydığım konuların
hepsi değişik zamanlarda gündeme geldi. Ve aslı astarı olmayan bu saçmalıların
izi hep kaldı. Artık öyle ki her türlü yorum bu yalan aksiyomların üzerine inşa
edilir oldu. Futbolcu satıldı neden? Çünkü ceplerine gidiyor. Futbolcu
satılmadı neden? Çünkü cemaatten...
Aklın alacağı vicdanın
kabul edeceği şeyler değil.
Neydi
– Ne oldu: Hafızamızı Tazeliyoruz
Neyse, şimdi
öncelikle kısa kesip, aklımda kalan başlıklarla ilgili tarihsel düzeltmeler
yapmak istiyorum. Bu yazının asıl amacı da bu zaten.Bu düzeltmelerin formatı
şöyle olacak:
1)
Olay:
- Söz konusu olay gerçekleşmeden önce taraftarın pozisyonu
- Olayın oluşum süreci
- Olay gerçekleştikten sonra taraftarın pozisyonu
Bu dizgede, konumuz bağlamında
değersizler sınıfına aldığım ve yalan ve dedikodu üretmekten başka bir işe
yaramayan yerel medyayı (köy medyası diyelim) kale dahi almadığımı belirtmek
isterim. Bu süreçte onların payı çaplarının yettiği ölçüde olmuştur. Yanlış
hedef göstermenin ya da tek tek isim söylemenin alemi yok. Gerekirse en
gencinden en yaşlısına bana isim sorun söyleyeyim hangisinin zekası, yeteneği,
birikimi ne kadar söyleyeyim. Bunlar kifayetsiz muhterisler sürüsü ama bu üç
yılık süreçte onların en azından “hedef belirleme”, yani, Bursaspor camiasını
akla mantığa sığmayacak şekilde olduğu yerde çökertmek için gerekli lojistiğe
sahip değiller. Tek argümanları boş konuşup laf taşımak, bu yolla ancak can
sıkılır. Zaten bunlar parmağın gösterdiği yere bakarlar. Yarın Bursaspor’a
destek verilsin diye talimat alırlar ona göre dillerinin ve kabiliyetlerinin
yettiğince bir şeyler söylerler. (Misal Bursaspor TV’ye alınan evcilleştilimiş
türlerine bakın. İki gün önce bunlar da farklı değildi ve hala asıllarına rücu
etmemek için kendilerini zor tutuyorlar. Neyse şimdilik işim bunlarla değil)
Ceride-i Dihat
Az önce belirttiğim “büyük hedefi”,
yani Bursaspor’u yalnız bırakarak ve yıpratarak bir takım davaları kanıtlama
hedefini, bizzat Bursaspor taraftarı, yani bu şehrin insanları kendileri
belirlediler. Hırslarına ve egolarına yenik düştüler. Tükürdüklerini yalamamak
için koskoca bir şehri tükürük hokkasına çevirdiler. Şu an geldiğimizi durum
kendini doğrulayan kehanettir. Daha doğrusu ne yaptığını bilen ve kulaklarını
benim inanamadığım ölçüde bir sabırla sadece bu şehir ve takım için tıkayan bir
hoca, bir başkan ve çevrelerindeki kendileri kadar güzel bir avuç insan
sayesinde bir türlü kanıtlanamayan ama bu uğurda her yol denenen ve çok büyük
sancılara gebe bir kehanet...
Herkesin malumu olan şehrin birkaç paralı
isminin gerek maddi desteğini gerekse dostane yaklaşımlarının gazını alan bazı
öncü aptalların yaktığı ateş bugün yangın oldu. Şampiyon olduğumuzdan sonraki
ilk sene İBB deplasmanına giderken namağlup lider olan takımı orda puan
kaybedince internette kendilerine
ayrılan ve demedi demeyin diye yazabilecekleri mekanlarında “çok zor bir dönemden geçtiğimiz bugünlerde...”
diye yazan aptallardı bu öncüler.
Çok zor günlerden geçiyoruz...
Belki de daha önce İstanbul
basınından ya da internetteki entellerin takıldığı (ki bu enteller yurt dışında Livorno’yu, St Pauli’yi filan destekleyip içeride üç büyük kavramının peşine
takılan ne yaptığını bilmez karaktersizlerdir ve solcu romantizmiyle fener
galatasaray muhabbeti yapan tutarsızlardır ama bizimkilerin etkileri altında
kalmaları için yeterli karizmaya sahiptirler) sitelerden etkilenip “Ertuğrul Sağlam transfer yapmayı bilmiyor” safsatasını çıkaran öncülerdi. Ya da şampiyon
olduktan sonraki sene canım hocamıza dil uzatacak kamuoyu desteğini henüz
arkalarında hissetmeyen ama yine de yaradılışları gereği saldırmaktan,
yıpratmaktan zevk aldıkları için “teknik
direktör formsuzluğu” gibi bir saçmalığı literatüre kazandıran aptallardı.
Çav bella. Futbol <3
Bu türden şeyleri seven bilgili
taraftarlarımız da okurken zevk alsınlar diye bu yazıya bazı fotoğraflar
ekledim. Bu tip futbol yazılarında fotoğraf olunca değeri daha fazla artıyor
anladığım kadarıyla. Seviyorlar.
Entellikleri kabarıyor. Bilmişlikleri huzur buluyor. Bakın bir tane daha:
O yakışıklı olabilir ama sen olsan o ateş daha gür yanardı.
Tüm bu amaçsız ve değersiz mücadelenin
gerisi çorap söküğü gibi geldi, ki gelir sevgili dostlarım. Kitlesel hareketler
insanı etkisi altına alır. Zaten köy medyasının devreye girdiği yer de
burasıydı. Leş kokusuna geldi onlar.
Ben nasıl biliyorsam öyle: Gazetede Yazıyor
Neyse çok uzatmadan yukarıdaki
formatta olaylarımıza bakalım:
- Ergiç’in Gidişi:
- Taraftarın önceki pozisyonu neydi?
Ergiç’in
gidişi kadar gelişi de olay olmuştu. Bursa’ya gelmeden önce İsrail takımına
gidişi, sonra orayı beğenmeyip tekrar bursa’ya dönüp imza atması, siyasi görüşü ve hata sırp oluşu bile bizim canımdan çok sevdiğim büyük
taraftarımızn tepkisini çekmişti. Bunu mu buldunuzla başlayıp 'Ertuğrul zaten
transferden anlamıyor'a kadar giden bir liste uzanıyordu. Sonra enteresan bir
şekilde şampiyon olduk ki tamamen büyük Bursaspor taraftarının eseriydi. O
zaman Ergiç sadece sezon sonunda olmak üzere iyi topçu oldu. Ama ne zaman
şampiyonlar ligi başladı o zaman bizim muhteşem taraftar olaya girdi: Ergiç
şampiyonlar ligi için yetersiz. G.tünü
kaldıramıyor. Ordaki Manchester maçında kafasına aldığı darbeden sonra
sevinç çığlıkları atanlar mı olmadı yoksa, hocanın
torpillisi ondan oynatılıyor diyen mi? İBB Holmen'i bulurken biz Ergiç’i neden tutuyorduk? Bakın o dönemlerden
yorumlar:
Rahatsız
etmeyin. Taraftar Ergiç sevgisiyle vecd ile kendinden geçiyor. En kötü olduğu
günde bile sahipleniyor.
- Neden Gönderildi?
Çünkü Ergiç
gerçekten değişik, her zaman göremeyeciğimiz, bulamayacağımız kadar farklı bir
insan. Güzel bir insan. Hayata bakışı ve tercihleri de farklı. Bursasporun
şampiyonluğuyla beraber onun için futbol bitti. Yaşabileceği şeylerin tamamını
yaşadı. Ve Bursaspor’un şampiyonluğu
belki de futbol adına Ergiç için olabilecek en son, en anlamlı şeylerden
biriydi. Bursaspordan ayrıldıktan sonra futbol oynamadı dahi. Böylesine
hırstan ve rekabetten uzak bir insanın yeteneklerini bizle böyle cömertçe
paylaşması bile bir lütuftu belki de.
Sahil kasabası
- Taraftarın sonraki pozisyonu ne oldu:
Özellikle
yaygın medyada yapılan üst üste röportajlar sayesinde ergiç gittikten sonra
burda yaşarken gördüğünün misliyle teveccühe mazhar oldu. Ve her mağlubiyette,
her puan kaybında Eruğrul Hocaya karşı kullanılacak bir koz oldu. Ergiç değil
ama Ergiç’in gidişi bir mit oldu. Bakın bunun mantıksızlığı, tıpkı
şampiyonluğun değeri gibi her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Zira aramızda
hala ergiç’i neden gönderdiniz diye dolaşan kafaları rötarlı insanlar var. Var yani.
En çok bağıran kazanır
- Sercan ve Volkan’ın gidişi
- Taraftarın önceki pozisyonu neydi?
Aslında, benim
canımdan çok sevdiğim ama biraz kafa
nahiyesinde elektirik sıkıntısı yaşayan taraftarımız bu çocukları
altyapıdan çıkıp ilk parlakladıklarında, dünya ekonomi literatürüne kazandırdıkları
düztaban “değerini bulan futbolcu
satılır” teoremi (ya tabi şaka. Bu kavramı da bunlar kazandırmadı. Bunların
kazandırdığı bir b.k yok. Bu saçma lafı da internetteki entel abilerinden,
istanbul televizyondaki güngörmüş duayenlerden öğrendiler) gereği elli kere
satılığa çıkarmıştı. Doğru ya bizim denyolar fransadaki lyon hollandadaki ajax
modellerini filan çok iyi bilir ve onların modelleri Türkiye’deki sömürü
kültürüne ve Bursasporluluk felsefesine çok uygundur.
Şampiyon
olduğumuz sene bursa’da 1-0 kazandığımız gs maçını hatılıyorum. İlk yarının
sonunda volkan şen elimizde patladı,
bunu hala oynatan hoca futboldan anlamıyordur diyenleri de, kaleci kadar gol atamayan santrafor
sercan’ı derhal yollamayı kalkanları da çok iyi hatılıyorum. Maratonda volkana küfredenleri de sercan’ı
dışarılarda sıkıştırmanın hesaplarını yapanları da. Ergiç’te örneklerini
koyduğum taraftar yorumlarını bu iki çocuk için buraya koymaya kalksam sayfalar
yetmez.
Taraftarın sevgilileri
- Neden Gönderildiler?
Aslında
Ertuğrul Hoca da başkan da çok önemli bir hususu olmazsa olmaz olarak
belirlediler. Bu adamlar özellikle
rakibimiz olan takımlara satılmayacaklar! Çünkü bunun rekabet edebilirliğin
dışında çok önemli sembolik anlamları vardır. Büyümenin, maddiyatın dışında zihinsel büyümenin ve imaj olarak
büyümenin en önemli gereği budur. Hoca da başkan da yaptılar bunu. Son ana
kadar kazanmaya çalıştılar bu ikisini de. Ama olmadı. Birisi galatasaraylıydı
ve aklı bizim bir takım taraftar
sitelerinde takılanların ortalamasından halliceydi, adam olmak istemedi.
Volkan kendi babasının bile ifade edebileceği kadar cin olmadan adam çarpmaya
çalışanlardandı ve onun da gündemi başkaydı.
Olmadı ve
satılabilecekleri son gün satıldılar.
- Taraftarın sonraki pozisyonu ne oldu:
Canım taraftarımız
için bu ikisi gittiği andan itibaren badem göz teorisi devreye girdi. Sercan’ın sırma saçları ve volkan’ın servi
boyları hatırlandı. Bizim çocuklar oldular. Ucuza gittikleri düşünüldü.
Zira bizim taraftarın hesabı kitabı da mükemmele
yakındır. Hepsi özlerinde çok iyi
insanlar ve hesapları da kuvvetli. Yalnız bir hataları var: Hesaplarında
hep para Bursasporluluktan önce geliyor. Tabi benim nazarımda hesap yapmaya
başladıkları andan itibaren taraftarlıkları düşüyor ama bu konu dışı.
- Ertuğrul hoca’nın aldığı para
- Taraftarın önceki pozisyonu neydi?
Bu “önce”
kavramı biraz uzun. Mesela 46 yıl kadar. Ama kısaca taraftarın bu konudaki
pozisyonunu şöyle özetleyebiliriz “benim ömrümden alsınlar da şampiyon
olduğumuzu dünya gözüyle göreyim” ya da “şampiyon
olalım 1 saniye sonra ölelim”. Ben de böyle düşünlerdendim ve benim için
ömrümün anlamı paha biçilemezdir. Ordan anlamaya çalışıyorum.
- Hoca’nın maaşı ne oldu?
Hocanın maaşına bir b.k olduğu yok aslında.
Ortalama neyse, yasal prosedür neyse
onu alıyordur. Ne kulüp bu konuda bir açıklama yaptı, ne hocadan duyduk ne de maliyedeki adamlarımızdan bir laf
çıktı. Bu haber delikanlı karakteri olmayanlarca çıkarıldı ve üfürüldü. Adamlara aniden malum oldu ve bunu
paylaşmak istediler. Ahlaklı olmak bunu
gerektirir.
Malum oluyor
- Taraftarın sonraki pozisyonu ne oldu:
Bunu hiç
anlatmak gelmiyor içimden. Ama şöyle bir gözümüzde canlandıracak olursak
taraftar, kendisine bağlar bahçeler bağışlayan yaşlı babasını, hakkından fazla
da değil gerektiği kadar yemek yediği için masada hakaretlere boğan,
tartaklayan Samanyolu TV’deki kötü
adamlarına dönüştü. Katıksız bir alçak oldu. Şahit olanların utançlarından
kimseye anlatamayacakları ama kendi zilletini kabul etmekten aciz bir mahluğa
dönüştü. Bu konuyu uzatmak içimden gelmiyor.
Sonsuza kadar
- Şampiyonluğun paraya çevrilmesi/ büyüklüğün kabul ettirilmesi/ şampiyonluğun marka değeri
- Taraftarın önceki pozisyonu neydi?
Taraftarın
önceki pozisyonu filan yok. Zira taraftar şampiyonluğun paraya çevrilmesi diye
bir kavramı, şampiyonluk görmemeyle ilintili bir takım sebeplerden ötürü
önceden bilmiyordu. Ama şunu biliyordu: para
dendiği zaman statükoyu elinde bulunduranlar (istanbul ve yancıları yani)
gerekli her yolu kapatırlar. Bizim Bursasporlu olmamız, Bursasporluluğumuz,
farkımız da bu düzene karşı duruşumuzdan kaynaklanır. Yani açıkçası şu:
İstanbul takımları ve bunları destekleyen devletin tüm organları ve medya ve bu
ülke vatandaşlarının tamamına yakını bu düzenin her zaman olduğu gibi,
istanbul takımlarının lehine gitmesini
ister. Reklam verecek şirketler, federasyon ve yayıncı kuruluş da buna dahildir
dahil. Yani takip ettiğim kadarıyla Bursaspor taraftarı şampiyonluğua kadar
bunu biliyordu. Sonra kafa gitti.
Şampiyonluktan bu kadar para geldi
Bursapor’un tüm giderleri bu kadar. Aradaki farkı kim çalıyor? Otel mi yaptırıyorsunuz namuzsuzlar?
Bir de şeffaflık
diye bir terane tutturdular. Ulan elalem kavram üretiyor, daha ne olduğunu
anlamadan kafalarında ilk canlandığı haliyle tak Bursa gündemine taşıyorlar.
Kurumsallaşma, vizyon, şeffaflık bunlardan bazıları. Bu kelimeleri kullanıldığın
zaman karşındaki ne derse desin galipsin. Al sana açıklıyorum, hadi ben
açıklamasam kulüp bağımsız denetçilerce denetleniyor, divana sunuluyor. Daha ne
şeffaflığı? Borsaya kote olunan takımlarda bu kadar şeffaflık yok bu ülkede.
Adamlar şike yapıyor vergi kaçırıyor ben kimseden bu konuda bir şey duymuyorum.
Şeffaflık ne demek? Hesaplar her gün gazetede mi yayınlansın? İnternet sitesine
haftalık vaziyet mi konsun? Z raporunu evine mi yollayalım? Hayır cidden
bunlardan biri ya da her biri isteniyor olabilir. Ama açıkça söylensin. Ne
isteniyor. Bu şeffaflık ne? Ama yok şeffaflık dendikten ve ne olduğu
tanımlanmadıktan sonra sen istediğin kadar haklı ol, dürüst ol artık hiç şansın
yok. Sihirli kelimeler bunlar. Aklınızda olsun.
İçinde ne olduğu belli de olsa görmek istiyor
- Şampiyonluk imajı neden oturmadı ve kabul görmedi (mesela neden sponsorluk yağmadı)?
Aslında olaylar tam olarak Bursaspor taraftarının 16 mayıs 2010 tarihine kadar bildiği şekilde gelişti. Statüko şok oldu. Şok olanlar kimlerdi? Sizin Bursasporu tutmayan çok yakın akrabalarınızdan başlayıp bu ülkeyi batısından doğusuna kuzeyinden güneyine dolduran herkesti. Şok oldular, dehşete kapıldılar ve kendilerine gelir gelmez bunun hesabını sormanın yarışına girdiler. Bakın paradan bahsetmiyorum, mesela bu takım bir yıldan fazla süre penaltı atamadı. Bursasporun şampiyonluğunu kabul etmediler. Tek bir şampiyonluk diye küçümsediler. Oysa o her şeyi öğrendiğiniz livornolu st paulili entel abileriniz hayranlıkla izleyip hayatları boyunca unutmamaları gereken destansı bir olayı, hegemonik iktidarın yerle bir edilmesini sessizlikle izlediler ve küçümsediler. Yok saydılar. Kabul ettirmek için sen ne yaparsın? Ne yapardın? Zorla tekme tokat mı kabul ettireceksin varlığını ve şampiyonluğunu yoksa paraya mı boğarsın kabul etmesi gerekenleri? Sahi sen kendi hayatında bizzat kendi sahip olduğun değeri seni anlamamaya, yok saymaya çalışan insanlara kabul ettirebilmek için ne yapabiliyorsun? Bu konuda da nobel adaylığının önü açık. Tecrübelerini yazmalısın.
- Bursasporun bu yok sayılış sürecini taraftar nasıl yorumladı?
Sen Bursasporu
sevdiğini söyleyen taraftar, tüm kapılar Bursasporuma ve başkanına ve hocasına
kapanırken ne yaptın? Destek mi oldun? Hayır. Sen şöyle bir alternatif evren
yaratıp ona biat ettin: “gidersin, konuşursun sana hemen 15 milyorluk
sponsorluk anlaşmaları hazırlarlar. Ama ey başkan sen bunu kabul etmiyorsun
çünkü aç gözlüsün. Hoca! Sen verilmeyen penaltıların, şikelerin, hakemlerin
yanlı tavırlarının arkasına sığınacağına çık da adam gibi transfer yap! 4-1-3-2
oynat 4-2-1-2-1 oynatacağına sen boş ver hakemi. Sen boş ver yok sayılmayı,
hakarete uğramayı.”
Çok utanıyorum. Bu insanların hepsi adına
çok utanıyorum.
Buraya kadar gelişimini ve
sonucunu hatırlatmaya çalıştığım olaylar belki de onlarca mesnettsiz iddianın
ve karalama kampanyasının sadece bir iki örneği. Bakın dostlar, başkanın cimriliğinden (ki
cimrilikse yaptığı, Bursasporun parasını hesaplı harcamak içindir), Bursasporun
parasıyla yaptırdığı otellerden tutun da, Ertuğrul hoca ve bademlilerde
villalarda genç kızlarla alemlere kadar her türlü alçaldı bu insanlar.
Görüldüğü gibi bunun sonu yok. Akıl izan kaybolmuş durumda. Geçen gün divan
toplantısında saygıdeğer biri çıkmış başkan’ın yüzüne baka baka “sen falan
filan demişsin gazeteler yazıyor” diyor. Başkan, konuşanın sözünü kesiyor “yahu
ben öyle bir şey demedim” diyor seninkinin verdiği cevaba bak “evde gazetede
yazıyor işte istersen getireyim bak”. Lan!
İşte koskoca bir şehrin geldiği
nokta bu! Sanki herkes beynini başka
şehirlerde yaşayan sevdiği birilerine bağışladı.
Şimdi soruyorum: bir insanın
yüzüne karşı bile bu kadar mesnetsiz, amaçsız bir şekilde yalan üzerinden yorum
yapan insanlar gizlilerde, kuytularda, arka odalarda, sanal dünyalarda nasıl dedikodular
üretebilirler düşünebiliyor musunuz? Durun sakin olun! Düşünmenize gerek yok! (Bağış konusundan haberim var) açın bir
köy gazetesi, okuyun.
Dostlar bakın bu memleketin
futbolunda şike yapıldı. Alenen, göstere
göstere şike yaptı adamlar. Hem de tek takım yapmadı. Bizim içinde olduğumuz
yarışta rakibimiz iki takım birden şike yaptı. Futbolcu da satın aldılar hakem
de aldılar. Ama üstü örtüldü. Hukuk yoluyla da medyayla da siyaseten de
yaptılar bunu. Ama hadi birileri bunu yapabilir. Kağıt üzerinde yapar da sen tarihi
nasıl yazıldığı bu haliyle kabul edersin? Aslında sadece bu şike olayları bile
takımımızın durumuyla ilgili her şeyi açıklamaya yeterliyken sen nasıl hayat
normal akışındaymış gibi yorumlar yaparsın? Onlar bile hoclarına, başkanlarına,
takımlarına sahip çıkarken sen nasıl sırtını dönersin?!
Hakem kırmızı kart gösteriyor,
sana penaltı vermiyor, birileri maç alıyor satıyor ama sen hala neden transfer
yapmıyorsun diye bağırıyorsun! Bak aklıma fıkra geldi. Şimdi uyduruyorum yani
ama çok komik: bir karı kocanın evine her gece hırsız giriyor ve hırsız da
karşı malikanede oturan nebahat hanımın kocası. Bu da biliniyor yani. ama kadın
sürekli “bu eve niye led tv almıyoruz nebahat hanımlarda var hem de iki tane.
Senin gibi koca olmaz olsun” diyor. Ve adamcağız ağzını açıp “lan kadın ne oldu, ne oldu da sen bu kadar
aptal, bu kadar vefasız oldun” diyemiyor. Fıkra işte.
Taraftar yönetime şike
olaylarında dik durun diyor. Ve yönetim de bunu yapıyor. Bir tek benim başkanım
bu pisliğin içine, federasyon seçimlerine ve ilintili hiçbir girişime ortak
olmuyor. Peki bu karşılıksız kalır mı? Hakemi sana cezayı kesmez mi? Medyası
yapmaz mı bunu? Yapar. Yapıyorlar. Yani o dik duruşun faturası geliyor. Peki
sen ne yapıyorsun. Eyleme teşvik ederken faturaya ortak oluyor musun? Hayır.
Her fırsatta bir darbe de sen indiriyorsun. Bak düşün, sen hesap adamısın,
muhaseben kuvvetli, sence misal sadece bu sene sırf bu aykırı duruşun sebebiyle
5-6 puan olsun hesap ödetmemişler midir takımına? O 5-6 puan bizi lider yapıp
senin susturur muydu?
Bu yapılanlar kendi ayağımıza sıkmaktır. Bindiğimiz dalı, altın
yumurtlayan tavuğu kesmektir, başkalarının sözüne kanıp kendi çocuğumuzu sokağa
atmaktır. Bu hainliktir, nankörlüktür, ayıptır, günahtır!
Hoca ve Başkan’ın Şampyionluk Kadar Değerli Öğretileri
Ertuğrul hoca ve Başkan 3 yıldır şampiyonluk kadar değerli
bir iş daha yapıyor. Çapsızlara karşı, hiçbir ahlak anlayışı olmayan,
riyakarlık yapmak ve yalan/dedikodu üretmekten başka bir işe yaramayan
insanlara karşı ne olursa olsun değer verdiklerinizin yanında durup meydanı
bunlara bırakmamak gerektiğini bize öğretiyorlar. Hangimiz bu kadar hakarete,
baskıya dayanırdık sorarım size. Hangimiz hapse atılmaları, cemaatçi damgası,
transfer bilmez, iş bilmez damgaları yemeyi kabul ederdik? Hangimiz bize hırsız
dendiğinde, kendine fazladan maaş bağlatıyor, çalıyor dendiğinde hala ısrarla
bizzat bu nankörlüğü yapanlara sahip çıkardık? Ben yapamazdım. Çok açık
söyleyeyim. Yapamazdım. Bunca emek verip, yaşanmayacakları yaşatıp her türlü
başarılı olduktan sonra böylesine haince arkamdan vurulmayı kaldırmazdım.
Aranızdan bu şekilde iki kişinin çıkacağına da inanmıyorum. Bu iki insan bize
bunu öğretiyorlar. Sabretmeyi, sahip çıkmayı ve kulak tıkamayı.
Peki nereye kadar?
Biz yıllarca kocaeli’den sefa sirmen, antep’ten celal doğan
gitsin de görelim boylarıın ölçüsünü diye bekleyen güdüklerdik. Bir şehir
dolusu. Yani bu bekleyişi çok iyi biliriz. Şimdi bütün bir ülke dolusu insan
başkanları ve hocaları gitsin de görelim diye bekliyorlar. Siz kime hizmet
ediyorsunuz?
Nereye kadar?
Buna cevabınızı biliyorum. Ben malımı bilirim: “O zaman
kurumsallaşma olsun da onlar gitse bile bu iş yürüsün” değil mi? Bildim mi?
Elimde tek bir şeyi yer yüzünden kaldırmak için güç olsa o da kurumsallaşma
kelimesi olurdu. Onu baştan söyleyeyim. Ama yine de dişimi sıkarak da olsa bu
talebinizi anlamaya çalışarak size açıklayayım. Kurumsallaşma ya da sizin
aslında kastetmeye çalıştığınız manada bir sistem içinde yürüyen bir
organizasyon, bugünden yarına kurulacak bir şey değildir. Bunun koşulu ne
şampiyonluktur ne de cebri yasal düzenlemedir. Bunun için öncelikle
sosyo-kültürel altyapının sağlam olması, sonra insan kaynağı sonra da para
gereklidir. Bunların üçü de bırakın Bursa’yı, ülkede olmayan şeyler. Yahu
anastasya, ülkede yabancıların kurduğu şirketler ve devlet mekanizmasının
dayattığı kurumlar hariç kaç tane kurumsal yapı var? İstanbul takımları ülkenin
bütün mali gücünü kullanırken hangisi kurumsal? Adamlar vergi aflarıyla, mafya
paralarıyla ancak ayakta duruyor! Yine de kurumsallaşmayı istemek bir şeydir
ama bu olmuyor diye işi kan davasına çevirmek başka bir kafadır. Hasta mısın
kardeşim? Elimizdeki bu. Sosya kültürel altyapımız hak getire. Şehrinin sanatı,
bilimi, şehirleşmesi, eğlence anlayışı vs yerlerde sürünüyor. Para durumunun
desen, senin arkadaş ortamlarında parmak
hesabıyla “ordan 5 geliyorsa burdan da 15 geliyorsa eee n’diaye’yi de sattınız
ordan da 4,5” şeklinde yaptığın hesaplarla uzaktan yakından alakası yok. E
insan kaynağı diyorum o da sensin! Allah kahretmesin!
Peki bir sistem takımı ve kulübü olmak mümkün değil mi?
Mümkün ama bu başkanın ve hocanın söylediği ve gerçekleştirmeye çalıştığı gibi
yavaş yavaş, adım adım olabilir. Tek koşulsa birlik olmamız! Ancak böyle
olursa, Bursapor yıllar içinde engelleri bir bir aşarak taraftar potansiyelini genişletecek, yavaş yavaş zenginleşecek ve o
sırada mesela senden daha kaliteli yeni nesiller gelecek, yetişecek ve bu iş
olacak. Bu telaş ne? Her şeyi kendi ömründe göremeyeceksin üzgünüm. Mesela 100
yıl yaşamayacaksın. Ama bunun için bizi yıpratma. Her şeyin bir ömrü var. Senin
de. Bunun yerine birçok insana nasip
olmayıp da senin şahit olduğun şeylerin tadını çıkarabilirsin ve bunu görmeni
sağlayan insanlara sevgi ve saygıyla yaklaşabilirsin mesela. En azından “ağzımı
sadece yemek yemek için kullanmak zorunda mıyım” ya da “madem bu bilgisayara bu
internete bu kadar para bayılıyorum o zaman sağa sola parlak fikirlerimi
sıvıyayım” veya “inşallah Bursaspor yenilir de istifa diye bağırırım” kafasına
girmeden tut kendini. Senin ezoterik çevrendeki insanlar senin gibi diye, rezil
tavırlar sergilediğini, alçakça davrandığını kimse görmüyor sanma.
Ya da spor olsun diye arada şunu düşün: “Bursaspor bir gün
şampiyonlar ligi şampiyonu olduğunda, bir sene sonra yönetimi ve hocayı gruptan
elendi diye linç etmek ne kadar garip, komik, haince ve alçakçaysa bu da
öyledir”. Sahip olduğun şeyler değerini yitirmesin.
İlk Paragraftan Devam
16
Mayıs 2010 pazar akşamı saat 10’a 10 dakika varken, taraftarın bilinçsizce,
daha önceden planlamadan, spontan bir şekilde hep bir ağızdan yaptığı geri
sayım aslında Bursaspor var olduğundan beri yapılan ve Bursasporlu olmayı
bilinçle tercih eden herkesin bu bilince sahip oldukları andan itibaren
katıldıkları bir sayımdı. O anda anlaşılmıştı ki 46 yıl 11 ay olarak başlamıştı
geri sayım. Ben mesela hayatında ilk defa maça giden 6 yaşında bir çocuk olarak
25 yıl kalmışken başlamıştım geri saymaya. Benden başka kimsenin Bursasporlu
olmadığı okullarda içimden saymıştım kaç yıl kaldığını bilmeden... Sonra
başkaları katılmıştı. 9 yılını canım sevgilimle beraber saymıştık. Arada
gidenler olmuştu. Abilerimizden, babalarımızdan bu geri sayımda bizi ansızın
bırakanlar olmuştu. Kimbilir onlar da ne kadar istemişlerdi 16 mayıs günü bizle
gözyaşları içinde, dualarla, haykırışlarla, 20 demeyi. 19 demeyi. 18,17,16, son
saniyeleri görmeyi, 46 küsür yılın sonunu, yalnız bırakılmış bir insanın, ezilmeye,
kaybetmeye, güç bahşedilmişlere, arkası kuvvetli olanlara karşı diz çökmeye
mahkum edilmiş bir adamın ve bu adamı temsil eden biricik takımlarının zafere
koşuşunu seyretmeyi. Ama biz söyleyebildik bunu. Geçmez gibi saniyeleri
saydık, 10, 9, 8 olmaz gibi saydık 5,4,3,2, 1 ve oldu. Yazması ne kadar kolay.
Oldu.
Bunu ve benzerlerini üç yıldır hep
beraber yaşadık. Bursaspor ‘un, Ertuğrul Sağlam’ın ve İbrahim Yazıcı’nın bize
yaşattıkları hakikattir. Benim bugün itibarıyla bunları yazıyor olmam ve bu
insanların bu şekilde savunulma ihtiyacının hasıl olması ise zuldür. Üstelik
ben bu insanlar için iade-i itibarı, saygıyı, sevgiyi sadece şampiyonluk için
istemiyorum (ki fazlasıyla yeterlidir). Onların sabırlarıyla ve şu anda yapmaya
çalıştıklarıyla görüyorum ki, görülmeli ki, o kadar açık ki; eğer
doğrulabilirsek, şehrin duran aklını tekrar kazanabilirsek önümüzde kimse
durmayacak. Hiç bir şey için geç değil ve yapılması gereken zor değil. Canım, bir tanecik Nejat Biyediç’e zamanında
yapılanları da, sonra o gittikten, bizi bırakıp dönülmezce gittikten sonra
yani, arkasından yakılan riyakarca ağıtları da gördüm ben. Ne olur, Ne olur
böyle olmasa. Daha vakit varken ve yapacak işler varken, Bursa, Bursasporuma
merhamet etse. Ne olur?...
Burak Doğan
Yazinin tamamini su an okuyamasamda harika buldum, tebrikler. Keske herkes sizin gibi dusunse
YanıtlaSilHafta sonu olimpiyata gelirseniz bir kahve ısmarlarım :) Bu akıl tutulmasını ancak, tutulan akıllara tekrar güneşi göstererek yapabiliriz. 3 yılda nasıl ki çoğaldıysalar, azalarak bitmeleri de yine akıl yoluyla ulaşılacaktır. Umarım hem yönetim de, hem de teknik kadroda bu süreci aşabilecek bahsettiğiniz sabır mevcuttur. Taş olsa çatlardı.. Elinize sağlık.
YanıtlaSilHer bir satırı sıkılmadan ve Dünya üzerinde benim gibi düşünen başka insanlar da bulmanın mutluluğuyla okudum keşke bu yazı çoğaltılıp Bursada her kapının altından atılabilse, veya sözde taraftar sitesi diye yayında olan sitelerde yayınlatılabilse diycem ama yukarda bahsi geçenler olurda üşenmeden okusa bile zaten anlamaycaktır. İsterseniz deneyin Yenişehirli dediydi dersiniz;) İBB maçında bu düşünce yapısı altında bir organizasyon yapılacaksa seve seve dahil olmak isterim. Tekrar kaleminize sağlık.
YanıtlaSilNormalde bu kadar uzun yazıları pek okumazdım ama sizin yazınız okutuyor kendisini. çok güzel tespitler. trabzonsporlu biri olarak bizim takımada uyarlamak mümkün tabi. bu hafta biz karabüke kaybettik ama Allahtan Bursa galip geldi de teselli oldu.
YanıtlaSilsüreç mükemmel anlatılmış, herkesin, hepimizin kendisine pay çıkarabileceği özeleştiri yapabileceği ders niteliğinde olmuş, tebrikler.
YanıtlaSilgerçekten çok doğru tespitler çok doğru noktalara değinmişsin yazıda.Son paragrafı okurken yeniden umutlarım kabardı.Koca bir şehri şampiyon yapıyorsunuz yine de mutlu edemiyorsunuz bir dünya hakaret işitiyorsunuz ertuğrul hoca ve ibrahim yazıcı cephesinden bakınca.Umarım bırakırız şu akıl tuttulmasını artık
YanıtlaSilBurak kardeşim yazını okudum. Müthiş tespitlerin var. Hele şu son final paragrafların beni duygusallaştırdı. Yalnız foruma geri dönünki, kaybettiklerimizi kazanamasakta. kaybetmek üzere olduklarımızı kaybetmemeliyiz.
YanıtlaSilyazana helal olsun süper
YanıtlaSilyazı çok uzun ama güzel olmuş burak arkadaşa teşekkürler onlar bursasporlu falan değil zaten rantçılara hizmet edenler bursasporlu olamazzzz
YanıtlaSilÇoğu kez yazmak isteyip te vazgeçtiğim şeyleri üşenmeden yazmışsınız. Tebrik ederim.
YanıtlaSilTeşekkürler.
Bursasporluyuz.net te okudum ilk bu yazıyı. ama ben okurken buharlaşmış ne yazık ki. Yönetici yazarın isteği üzerine dedi. Sayın yazar, el ilanı yapıp Bursa' da dağıtmalısın ki bu atalet şehrimin üzerinden kalksın.
YanıtlaSilburak senden allah razı olsun harika yazmışsın arkadaşım.keşke forumada geri dönüp ordada mücadeleni sürdürsen vala yalnız kaldık dört bir yandan saldırıyor aklı tutlmuşlar. gel komutanlık et bize:))
YanıtlaSilBiri bizi tokatladı galiba
YanıtlaSilutandım kendimden bir yerinde istemedende olsa gitmeyerek başkasına verdiğim cesaretten utandım.
helal olsun Burak kardeş,aynen katılıyorum
YanıtlaSilYüreğine sağlık be Arkadaş bu bir Can Dündar belgeseli gibi olmuş,emeğine sağlık.
YanıtlaSiltebrik ederim güzel bir yazı.
YanıtlaSilarkadaşımın tavsiyesiyle okudum çok uzun olduğu için sıkılırım sanıyodum ama okudukça çok beğendim sonra bir defa daha okudum sonra paylaştım süper olmuş.
YanıtlaSilHayalleri şampiyonlukla bitenler,hayalleri şampiyonlukla başlayanları eleştiremez. Şampiyonluk için teşekkür edip baş üstünde taşınanlar,hata yaptığında da eleştirilir. Bursaspor'un mücadelesi devam ediyor. Çocuğunuz okul birinci olduğu zaman takdir edersiniz;ama sonraki senelerede başarısı gittikçe düşerse eleştirmez misiniz ? Bursaspor şampiyonluktantan sonra ilerlemişmiş midir,gerilemiş midir ? Bu soruya "ilerlemiştir" cevabnı veren gerizekalıdır ! Gerilemiştir cevabını veren ise bu konuda eleştiri yapmıyorsa kendini sorgulamalıdır. Bursaspor duyguyla tutulur,mantuıkla yönetetilir. Bursaspor'un şampiyonluk kadrosunda yer alan kişiler bu kulüpte istediğini yapma hakkına sahip değildir. Hayatını Bursaspor'a adamış insanlar bu eleştirileri yapıyor,onlara saçma sapan ithamlarda bulunmak kimsenin haddi değildir. Bursaspor'un ADI VE RENKLERİ dışında herşeyi eleştirilebilir,tartışılabilir.
YanıtlaSilsiz yazının ne anlatmak istediğini anlayamamışsınız galiba. okul birincisi çocuğumu takdir ederim, sonraki senelerde başarısı düştüğünde nedenleri ararım, çocuğumdan önce kendimi sorgularım, notlarının düşmesinde çocuğumun payını, dış nedenleri ve kendi payımı anlamaya çalışırım. çocuğuma hakaret etmem, küfür etmem, aşağılamam, iğrenç iftiralarla karalamam. baba olmanın verdiği sorunmlulukla kendini en savunmasız, en çaresiz ve korktuğunu hissettiği anlarda benden zılgıt yiyeceğini hakarete, şiddete uğrayacağını hissettiğinde başını okşarım, saçlarını okşarım ve konuşur anlatırım. kendi hatalarım içinde çocuğumdan utanmam özür dilerim..
YanıtlaSil